Belçika’nın başkenti Brüksel, geçtiğimiz Perşembe ve Cuma günü AB liderler zirvesine ev sahipliği yaptı. Bu zirve sadece İspanya’nın dönem başkanlığını noktalayan zirve değildi. Aynı zamanda, önümüzdeki Haziran ayında yapılacak olan Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinin kulislerine sahne oldu. Macaristan Başbakanı Orban’ı ikna etmek bahane, Parlamento seçimlerinin ardından AB kurumlarının başına kimin geçeceğine yönelik ‘nabız yoklamaları’ şahane…
Geçtiğimiz hafta İtalyan La Repubblica, eski başbakan ve Avrupa Merkez Bankası (AMB) eski başkanı Mario Draghi’nin AB Konseyi başkanlığı görevini devralmaya hazırlandığını yazdı. Gazete, 76 yaşındaki Draghi’nin adaylığının Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tarafından ortaya atıldığını, Draghi’nin de prensipte ‘hayır’ demediğini belirtti. Draghi’nin AMB’deki eski bir çalışma arkadaşına sordum. Macron ile Draghi arasında bir dirsek temasının bulunduğunu teyit eden kaynağım ‘bu atamanın çantada keklik olması halinde Draghi’nin evet diyebileceğini’ söyledi. Draghi’ye göre dünyadaki jeopolitik dengeler değişmeye başlıyor, ekonomi ve çevre konularında bir dönüşüm yaşanıyor, AB de bir yapısal kriz içerisinde. Avrupa’da seçmenlerin uç noktalardaki siyasi partilere eğilimlerinin de bu kimlik krizinden ve sorunlara karşı çözümsüzlükten kaynaklandığına inanıyor.
AB zirvesinin kulislerinde AB Konseyi başkanlığı konusunda adı geçen bir başka aday da Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen. Frederiksen hem bir kadın, hem de liberallere daha yakın olan bir sosyal demokrat. AP seçimlerinde sandıklardan birinci konumda çıkması öngörülen parti Avrupa Halk Partisi (EPP) yani Hristiyan Demokratlar. Dolayısıyla halen Avrupa Komisyonu Başkanlığı görevini üstlenen Ursula Von der Leyen’in ikinci kez seçilmesine neredeyse kesin gözüyle bakılıyor. Bu çerçevede Sosyal Demokratlar adına Mette Frederiksen’in AB Konseyi başkanlığına aday olması güç dengeleri açısından oldukça makul bir seçenek. Hollanda Başbakanı Mark Rutte ise NATO Genel Sekreterliği görevine oldukça iyi hazırlanıyor. Zira yaklaşık 3 hafta önce sessizce NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in Brüksel’deki ikametgahında akşam yemeği yediği kulislere sızdı. Transatlantik ilişkilere önem veren ve Donald Trump’ın başkanlık döneminde Beyaz Saray ile iyi geçinen Rutte’nin Trump’ın yeniden seçilmesi halinde Washington ile iyi bir diyalog içerisinde olabileceği düşünülüyor. AB kurumlarındaki bir başka önemli koltuk ise AP başkanlığı. Bu görevin de halen EPP’nin grup başkanlığı görevini üstlenen Manfred Weber’e düşmesi bekleniyor. Bakiye koltuk olan AB Dış Politika Yüksek Temsilciliği görevine ise henüz isim telaffuz edilmiyor. AB’nin Balkan ülkelerine genişlemesinden dolayı Avusturya, AP seçimlerinin ardından sandıktan çıkacak yeni Komisyon’da yeniden genişleme dosyasına talip olduğunu kulislerde bildiriyor. Avrupa’nın önde gelen kurumlarının kimler tarafından yönetileceğine dair pazarlık şimdiden başladı. Henüz kimse Noel hediyesinden emin değil. Ancak 2024 yılında paskalyadan sonra sandık başına gidecek olan AB seçmeninin vereceği oyların rengine göre liderler her bir kurum için ceplerinden bir tavşan çıkaracaklar.
Ukrayna ve Türkiye aynı kefede
AB tarihinde bir ilk yaşandı ve liderler Ukrayna ile üyelik müzakerelerini başlatma kararı aldı. Savaşta olan bir ülke ile üyelik müzakereleri başlatma kararı alan liderler, bu karara itiraz eden Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ı ikna etmek için de ilginç bir koreografiye başvurdular. Toplantıdan bir gün önce Avrupa Komisyonu, Macaristan’a ekonomik kalkınma fonundan 10 milyar Euro’luk bir ödeme yapmayı kararlaştırdı. Macaristan’daki temel hak ve özgürlükler alanındaki gerilemeden dolayı Komisyon bu fonu askıya almıştı. Yetmedi, liderler Orban’ın da icazetiyle Macaristan Başbakanı’nın odadan çıkmasını bekleyip, Ukrayna ile müzakereleri başlatma kararını o odada değilken aldılar. Orban da karara itiraz etmedi.
Eskiler hatırlayacaktır.
17 Aralık 2004’te AB liderleri Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin 3 Ekim 2005’te başlatılması kararlaştırmıştı. 3 Ekim 2005’te Lüksemburg’da düzenlenen konferansta Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plasnik’i ikna edene kadar saatler durdurulmuştu. Demek ki AB liderleri siyasi irade sergiledikleri vakit, siyasi engelleri aşabilecek yaratıcı formüller bulabiliyor. Türkiye ile ilişkilerin derinleştirilmesine karşı çıkan ülkelere karşı da bu tür yöntemler pekala uygulanarak belki de Rum kesimi veya Avusturya engeli aşılabilir. Ukrayna ile müzakereleri başlatma kararı çok önemli, ancak kimse kimseyi kandırmasın. Ukrayna’nın tez vakitte AB’ye üye olması öngörülmüyor. Bu, daha çok Rusya’ya yönelik siyasi bir mesaj.
AB liderlerinin Türkiye konusunda kararı ertelemiş olmaları ise biraz da AP seçimlerinden kaynaklanıyor. Zira, Türkiye ve Ukrayna’nın nüfusların toplamı 120 milyon insandan fazla. Bir başka deyişle AB nüfusunun %30’u. Aşırı sağ partilerin eline koz vermemek amacıyla Türkiye kararının biraz ertelendiğini anlayabiliyoruz. Zira AB kamuoyunda da Ukrayna’ya verilecek olan destek ile Ukrayna’nın AB üyeliği konularında büyük bir makas var. Mali desteği savunan AB halkının oranı %50’nin üzerinde. Ancak Ukrayna’nın AB üyeliğine Polonya, Danimarka ve biraz da Avusturya dışındaki ülkelerin halkları pek de sıcak bakmıyorlar. Ancak bunu derken de şu hususu hiçbir zaman unutmamak gerekiyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası Fransız halkına ‘Almanya ile Kömür Çelik Birliği’ni kurmak istiyor musunuz?’ sorusu sorulmuş olsaydı, Fransızların büyük çoğunluğu ‘hayır’ derdi. Buna rağmen AB kuruldu. AB’nin zaman zaman halklara rağmen ama topluluğun iyiliği için popüler olmayan kararlar alması gerekiyor. AB zaten bugüne kadar böyle geldi. Böyle de devam etmesi gerekiyor.