Müjde Işıl – Bir yanda 2022’nin en çok hasılat yapan filmi, Tom Cruise’lu “Top Gun: Maverick”, bir yanda merakla beklenen, Brad Pitt’li “Bullet Train/Suikast Treni”… Sinema dünyasının mesleki, fiziki ve gişe açısından zirvedeki iki aktöründen bahsediyoruz. 60’larına geldiler, kadın meslektaşları o yaşlarda yardımcı role bile layık görülmezken onlar zirveden hiç inmiyor. Perdede onları görmek birçoğumuz için filmin gönül değerini birazcık değil, bir hayli yükseltiyor. O hâlde neredeyse ‘90’lardan beri tartışılan bir soruyu yeniden gündeme getirelim: Sinemada kim daha ağır basıyor? Brad Pitt mi, Tom Cruise mu?
İkisi de aynı kuşaktan aslında. 1962 doğumlu olan Cruise, 1963 doğumlu Pitt’ten bir buçuk yaş daha büyük, o kadar. Ancak sinemaya adım atma açısından Cruise, Pitt’ten daha erkenci. Oyunculuğa sinema ağırlıklı başlayan Cruise ilk filmlerinde rol aldığında takvim 1980’lerin başını, televizyon yapımlarında oyunculuğu tecrübe eden Pitt sinemada rol aldığında ise ‘80’lerin sonunu gösteriyor. Dolayısıyla ikisinin yıldızlaştığı dönemler de farklı. Cruise 1986 tarihli “Top Gun”daki başrolüyle gençlik ilahı olurken Brad Pitt’in “Thelma & Louise” ve “A River Runs Through It” ile benzer mertebeye erişmesi ‘90’lara denk geliyor. O kadar ki, ‘80’leri kapatırken Cruise’un cebinde “Rain Man” ve “Born on the Fourth of July” gibi iki sağlam film var. Yani Cruise, Pitt’den bir kuşak daha önce tanınırlığa erişiyor.
‘90’lar ikisi için de hayli bereketli geçiyor. İkisi de rolden role, türden türe koşuyor. ‘90’lar aynı zamanda Pitt’in Cruise’a yetişip durumu eşitlediği dönem. Cruise en iyi mahkeme filmlerinden “A Few Good Men”, Kubrick başyapıtı “Eyes Wide Shut” ve sonraki yıllarda usta mertebesine erişecek Paul Thomas Anderson imzalı “Magnolia”da oynayarak yıldızlığını devam ettirirken Pitt ise aradaki farkı sinema tarihinin en iyilerinden “Se7en” ile kapatıyor; “Twelve Monkeys” ve “Fight Club” gibi kendi hayran kitlesini yaratmış filmlerle konumunu eşitliyor.
Yol ayrımı
‘90’lar Tom Cruise için bir dönüm noktasını işaret ediyor. Ünlü televizyon dizisinin sinema uyarlaması “Mission: Impossible” vizyona girdiğinde sene 1996’yı gösteriyor. Bu film aynı zamanda Cruise’un ilk yapımcılığı. Brian De Palma ve John Woo gibi usta yönetmenlerle başlayan seri, zaman içinde bir Cruise projesine dönüşüp sinemaya hem para hem de güçlü bir ideal kazandırıyor. Cruise’un filmleri, başta bu seri olmak üzere dünya çapında 10 milyar doları aşkın hasılat elde ederken bu da onu tüm zamanların en çok kazanan ve kazandıran oyuncularından biri yapmaya yetiyor. Tam da bu noktada mevzunun sadece para olmadığına ve ideal hedefine de dikkat çekmek gerek. Cruise, sinemanın gerçeklik duygusuna verdiği değer ve dublör kullanmamaktaki ısrarıyla biliniyor. “Organik” sinemayı sahiplenme durumu zaman içinde ona, oyunculuk yeteneğinden çok daha ötede bir saygınlık kazandırıyor.
Cruise kadar yoğun olmasa da Pitt de “Spy Game”, “Ocean’s” serisi, “Mr. & Mrs. Smith” ile 2000’lerden itibaren aksiyon sinemasında kendini gösteriyor. Bu hafta vizyona giren “Bullet Train” de öyle… Bu filmin bir özelliği de Pitt’in tıpkı Cruise gibi dublör kullanmaması…
2000’lerde Cruise, Spielberg’in “Minority Report”u ve Michale Mann’in “Collateral”i başta olmak üzere usta sinemacılarla çalışmayı adım adım azaltıp kendi seçtiği ve yönlendirdiği yönetmenlerle aksiyon yolunda ilerlemeye devam ediyor. Brad Pitt için ise 2000’ler tam bir ustalık şovuna dönüşüyor. Alejandro G. Iñárritu ile “Babel”, David Fincher ile “The Curious Case of Benjamin Button”, Quentin Tarantino ile “Inglourious Basterds”, Terrence Malick ile “The Tree of Life”ta çalışıyor örneğin.
Pitt de yapımcılığı önemseyen oyunculardan. Hatta ilk Oscar’ını “12 Years a Slave”de yapımcı kimliğiyle alıyor. Oyuncu Oscar’ı ise “Twelve Monkeys”, “The Curious Case of Benjamin Button” ve “Moneyball”daki adaylıkların ardından “Once Upon a Time in… Hollywood” ile geliyor. Cruise’un ise yıllar önceden “Born on the Fourth of July”, “Jerry Maguire” ve “Magnolia”da ödüle dönüştüremediği üç Oscar adaylığı mevcut. 2000’lerde Cruise dümeni aksiyon kahramanlığına kırarken Pitt ise farklı türleri ve rolleri tercih ediyor. Pitt’in bu tercihi, sektörde oyunculuğunun takdir edilmesi ve başta Oscar olmak üzere pek çok ödül için adının konuşulmasını sağlıyor. Cruise ise “hafif ve eğlencelik” olarak nitelendirilen aksiyon türünde krallığını yaşarken ilk dönemlerindeki zengin karakterli filmografisini de sınırlandırmış oluyor.
İkisi de kendi neslinin en gözde oyuncuları. İkisini de muhtemelen daha uzun yıllar perdede izleme şansına sahip olacağız. Pitt’in kendini yenilemeye açık olması ve farklı türlerdeki farklı oyunculuğu ağır basarken Cruise’un ise maddi ve manevi açıdan kendi idealleriyle şekillendirdiği aksiyon yıldızı konumu öne çıkıyor. Hangisi daha iyi desek, diğerine haksızlık. Ama herkesin gönlünde biri daha çok seviliyor, orası kesin.
Berabersek de ayrıyız
Sene 1994. Neil Jordan’ın yönettiği “Interview with the Vampire: The Vampire Chronicles”da o zamanın yıldızı Tom Cruise ve yıldızı parlamaya başlayan Brad Pitt birlikte rol alıyor. O dönem verdiği röportajlarda Pitt, kapalı ve karanlık ortamdaki çekimler sırasında çok mutsuz olduğunu ve filmden ayrılmayı bile düşündüğünü söylüyor. Şikâyetlerinin bir kısmında Cruise da var. Çekimlerde anlaşamadıklarını “Farklı yönlerde yürüyoruz. O Kuzey Kutbu. Ben Güney’im…” diye dile getiriyor. Anlaşmazlıkları büyük kavgalara dönüşmedi ama aralarında hep bir mesafe oldu. Yıllar sonra Quentin Tarantino, Brad Pitt’in Oscar kazandığı “Once Upon a Time in… Hollywood”daki rolü için Tom Cruise ile görüşüldüğünü söyleyecekti.