İstanbul yeme-içme dünyası bir yandan Michelin’in yankılarını tartışıyor, bir yandan da bu kış en çok hangi mekânların öne çıkacağını merak ediyor. İşte bu kışın en öne çıkanları.
Michelin rehberinin yankıları devam ediyor. Bir yanda Michelin’in eski etkisini kaybettiğini düşünenler, bir yanda yıldızları eleştirenler… Oysa biliyoruz ki, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Michelin’in Türkiye’ye gelmesini desteklemesi önemli, çünkü Michelin hâlâ dünyada kabul gören ve turizmde etkisi olan bir sistem. Elbette tek yıldız alan bazı restoran ve şeflere bakınca yıllardır aynı kaliteyi koruyan, Bodrum’u gastronomi dünyasında farklı bir kulvara taşıyan Sahir Erozan’ın Maça Kızı’nın ve yetenekli olduğu kadar da tevazu sahibi olan şefi Aret Sahakyan’ın bir değil, 3 yıldızı hak ettiğini düşünenlerin sayısı da çok.
Değerlendirmeyle ilgili eleştirebileceğimiz şeyler var, ama her ne olursa olsun yine de sonunda bu değerlendirme sisteminin Türkiye’ye gelmiş olması olumlu bir gelişme. Hem sektör için iyi bir motivasyon kaynağı hem de global turizm için hâlâ geçerli bir ölçü. O yüzden Michelin’i de yerden yere vurmanın kimseye bir faydası yok. Aksine Türkiye’ye getirmek için yıllardır verilen çabaya saygı duymak gerekiyor. Peki, ama Michelin’in etkisi henüz tam geçmemişken İstanbul’da en çok nereler konuşuluyor?
Popülerler
Evet, Lucca ve Bebek Otel by the Stay, her zamanki gibi çok popüler. Evet, şimdi herkes Michelin’in genç şef ödülünü kazanan The Red Balloon ve Ulaş Durmaz’ın yemeklerini merak ediyor. Ancak İstanbul’da geçen yazdan beri en çok konuşulan, harika manzaralı teraslı mekânların bir anda çoğalması. Bu kadar fine dining mekân nasıl iş yapar diye konuşuldu başta. Ama şimdi hepsinin hitap ettiği ayrı bir kitle oldu bile.
Taksim’in simgelerinden The Marmara’nın tepesine Gülin-Yücel Özalp Okra’yı açtı. Okra yemekleriyle de manzarasıyla da beğenildi. Hemen üstünde ise Upperist manzarasıyla nefis bir seyir terası oldu. Bu arada The Marmara Taksim’in giriş katına ise eski günlerdeki gibi Cafe Marmara geldi. The Marmara Pera’nın içine ise Pera 77 isimli bir caz kulüp açıldı. The Marmara Taksim’in tam karşısında AKM’nin tepesinde ise D.ream Grubu’nun Kaya Demirer yönetimindeki restoranı Biz İstanbul var. Biz İstanbul, adından da anlaşıldığı gibi İstanbul mutfağıyla öne çıkıyor. Yemeklerinin yanı sıra mekânın büyüklüğü de, barı ve manzarası da etkileyici. Kaya Demirer ve D.ream Grubu’nun diğer restoranı Frankie de Galataport’taki harika konumu ve Akdeniz-Asya mutfağıyla öne çıkıyor.
Japon mutfağına meraklıların en çok konuştuğu yer ise Sankai by Nagaya, Bebek Otel by The Stay’in içindeki restoran, ilk yılında ilk Michelin yıldızını da aldı. Otelin 3. katında anahtarla bir odaya girer gibi girilen küçük restoranda İstanbul’da yenilen en özenli yemeklerden birini yiyorsunuz. İki set menü arasından seçim yapmak gerekiyor, birinde nigiri seçenekleri daha çok. Balıklar hakkında bilgi de alıyorsunuz. Servis de çok özenli. Burada tek eksi, bu kadar özel bir ortamda özel bir şey konuşmanız mümkün değil, çünkü restoran küçük ve masalar birbirine çok yakın.
Bunun tam aksi ise Gallada’da geçerli. Galataport’ta Peninsula otelde açılan, 2 Michelin yıldızlı tek şefimiz Fatih Tutak’ın danışmanlığındaki Gallada henüz çok yeni ve yıldız almadı. Gallada’nın çok etkileyici bir İstanbul manzarası var ama burada da masalar birbirinden çok uzak. O yüzden manzaraya hâkim bir masadaysanız başka kimseyi görmüyorsunuz. Bu da görme ve görünmeyi seven İstanbullular için bir eksi olabilir, ama tam tersi görme ve görünme istemeyenler için de çok doğru bir mekân. Yemeklere gelince evet çok başarılı seçenekler var, set mönü olmaması da bir artı. Ama Turk by Fatih Tutak’a yetişmesi için henüz zamana ihtiyacı var.
Öne çıkanlar
Yine yemekleriyle öne çıkan mekânlardan biri de Arkestra. Arkestra’nın şefi Cenk Debensason da ilk Michelin yıldızını aldı. Evet, yemekler başarılı ama üst katın ambiyansı giriş katındaki restoranın ambiyansından daha tatlı. Bu durumda yemeği bir an önce bitirip üst kata çıkmak istiyorsunuz. Bahadır Gürceer’in Akatlar’da 1,5 yıl önce açtığı Beca ise şehrin en güzel kalabalığını bir araya getiriyor. Yemekler de başarılı. Bu hafta Momo Bebeköy yeni mönü tadımlarıyla gündemdeydi. Azur ve Beymen Brasserie’den de tanıdığımız şef Mert Seran’ın danışmanlığında hazırlanan mönü Momo’nun Çeşme ve Bodrum’dan sonra İstanbul yeme-içme dünyasında da konuşulmasına neden oldu. Momo Bebeköy’ün Salı geceleri çok popüler. Gizli Kalsın’dan sonra Umut Evirgen, Pizza Emirgan’ı yeniledi ve çok sevdiğimiz pizzalarını da mönüde tutarak bir İtalyan restoranına çevirdi. Tam 10 yıl sonra gelen bu değişiklik beğenildi. Restoranın üst katında geçen yaz açılan Upstairs de sevildi.
Şimdi bakalım bu kış en çok konuşulan bu mekânlar arasından en öne çıkanlar hangileri olacak?
Hep birlikte göreceğiz.
Mehmet Gürs Mikla’ya veda etti
Mikla, çağdaş bir “İstanbullu” restoranı yaratma düşüncesiyle Ekim 2005’te açıldı. Şef ve kurucu ortağı Mehmet Gürs, Mikla’yı yaratırken Türk ve İskandinav birikiminden yola çıktı. Mikla, kısa sürede İstanbul’un en iyi restoranı seçildi. Bugün hem yerel hem de uluslararası değerlendirmelerde önemli övgüler almaya devam ediyor. Ağustos 2012’de “Yeni Anadolu Mutfağı” konseptini yarattı. “Kullanılan her malzemenin özünde o toprakların ve insanların geleneklerini yansıttığı” inancını savunan Mikla’da, 2015 yılında “The Worlds 50 Best Restaurants” listesine girmeyi başardı ve uzun yıllar listedeki yerini korudu. Bu hafta ise Gürs, Mikla’daki son hisselerini de sattığını açıkladı ve tüm ekip arkadaşlarına teşekkür etti. Aslında bir şef restoranının kurumsallaşması Türkiye’de alışık olduğumuz bir şey değil. Ama Mehmet Gürs yeme-içme sektöründe birçok konuda öncü olduğu gibi bunda da öncü. Mikla, Mehmet Gürs’ten sonra da devam eder mi? Evet, çünkü uzun zamandır bu ana hazırlanılıyordu. Şimdi asıl merak edilen Mehmet Gürs’ün bundan sonra nasıl bir yenilikle karşımıza çıkacağı. Heyecanla bekliyoruz.